TGDF YÖNETİM KURULU BAŞKANI DEMİR ŞARMAN:
“Gıda enflasyonundaki artışın temel sebebi tarımsal girdi maliyetlerindeki artış”
“İmtiyazlı faiz değil, krediye ulaşım kolaylaşsın istiyoruz”
“Maliyeti düşürmeli, verimliliği artırmalıyız”
TGDF Yönetim Kurulu Başkanı Demir Şarman, TGDF Yönetim Kurulu Başkan Vekili Dr. İsa Coşkun ile TGDF Yönetim Kurulu Üyesi Kürşat Abidin Apan, “Dünya Gıda Günü” kapsamında Ankara’da ekonomi gazetecileri ile bir araya geldi. Türkiye’de gıda enflasyonundaki artışın temel sebebinden sektörün finansmana erişim sorununa, ekonomideki gelişmelere kadar çeşitli konuların değerlendirildiği sohbette Başkan Şarman, “Bankaların ancak yüzde 45-50 bandında faizle selektif kredi verdikleri şu dönemde gıda sanayisinde faaliyet gösteren firmalar, istihdam ve üretime devam edebilmek için uygun faizli kredi tahsislerine ihtiyaç duyuyorlar. Krediye ulaşım hususunda kolaylık sağlanmasını istiyoruz” talebini dile getirdi.
Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu (TGDF) Yönetim Kurulu Başkanı Demir Şarman, gıda arz güvenliği, gıda arz-talep dengesizliği ve gıda maliyetlerinin tüm ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de önemli bir sorun olduğunu, Türkiye’de gıda fiyatlarındaki artışın tarımsal girdi maliyetlerinden kaynaklandığını söyledi.
TGDF Yönetim Kurulu Başkanı Demir Şarman, TGDF Yönetim Kurulu Başkan Vekili Dr. İsa Coşkun ile TGDF Yönetim Kurulu Üyesi Kürşat Abidin Apan, Dünya Gıda Günü kapsamında Ankara’da ekonomi gazetecileri ile bir araya geldi. Şarman, TGDF’nin gıda ve içecek sanayisinin yüzde 95’ini temsil ettiğini ve Türk ekonomisinin en temel paydaşlarından birisi olduklarını vurgulayarak, “3 binden fazla firmadan bahsediyoruz. 1000’den fazla kişi istihdam eden, 100 milyon dolardan fazla cirosu olan firmaları ve 1000’lerce KOBİ’yi temsil ediyoruz. En başta güncel konu gıda enflasyonu olmak üzere gıda sanayisi ile ilgili konular sektörün en üst temsilcisi olarak bizi ilgilendiriyor” dedi.
“Döviz kuru, dünya ile ayrışmamızın önemli bir faktörü”
Küresel gıda fiyatları düşme eğiliminde olmasına rağmen, Türkiye’de fiyatların artmaya devam etmesinin en önemli sebebinin tarımsal girdi maliyetlerindeki artış olduğunu kaydeden Şarman, şunları söyledi: “Gıda fiyatlarında dünyadan ayrışmamızın sebepleri var. Üretimdeki girdi kalemlerimiz kurla bağlantılı olduğundan kurdaki hareketlenmeden etkileniyoruz. Seçimden sonra kur yüzde 30-35’in üzerinde artış gösterdi. Birçok maliyetin kurla ilgisi var. Bu nedenle döviz kuru, dünya ile ayrışmamızın önemli bir faktörü haline geldi. Kurlardaki yükselişin başta mazot ve gübre olmak üzere girdi üretim maliyetlerini yükseltmesi gıda enflasyonunda önemli bir etki yaratıyor. Bu süreçte ücretlerin artması da dünyadan ayrışmamıza yol açan unsurlardan biri oldu. Türkiye’de ürünler üretimden çıkıp markete gelinceye kadar birçok kez el değiştiriyor. Türkiye’de 10-15 yıldır sürekli söylediğimiz ‘tarlada 1, rafta 5 lira’ söylemini ayırmamız lazım. Sektör birliklerimiz bu ayrımı anlatmaya çalışıyor. Değer zincirindeki çok sayıda aracıdan kaynaklı maliyet artışı başka bir konu, girdi maliyetlerindeki artışlardan kaynaklı maliyet enflasyonu farklı bir konu. İçinde olduğumuz durum; sadece bu tedarik zincirinin, değer zincirinin sağlıklı çalışmamasından kaynaklı bir durum değil. Tohum, gübre, ilaç, mazot zaten tarladaki ürünün maliyetini artırdı. Ancak tarladan sonra nakliye maliyetlerindeki, petrol fiyatlarındaki ve işçilik ücretlerinde, depo, mağaza kiralarındaki artışın, tarladan rafa gelinceye kadar geçtiği aşamalardaki maliyetlerin göz ardı edildiğini anlatmaya çalışıyorlar.”
Şarman, “Türkiye’de gıda enflasyonundaki artışın temel sebebi tarımsal girdi maliyetlerindeki artıştır. Son birkaç yıldır çiftçi ve sanayici dahil gıdayı üretenler çok ciddi maliyet enflasyonu altındalar. Ancak oransal olarak bizdeki rakamlar yüksek olsa da diğer ülkelerde de benzer bir durum olduğunu görüyoruz. Örneğin ABD’ye baktığımız zaman gerçekleşen enflasyon rakamından daha yüksek bir gıda enflasyonu var. İngiltere’de de bu oran iki kat neredeyse ve Fransa’da da aynı. Almanya’da tüketici enflasyonu yüzde 10 civarında iken gıda enflasyonu yüzde 20 civarında seyrediyor” ifadelerini kullandı.
“Enflasyon düşsün istiyoruz”
Haziran ayında TÜFE yüzde 45-46 seviyesindeyken tarımsal girdi enflasyonunun yüzde 69 olduğuna işaret eden Şarman, şöyle konuştu: “Tarımsal girdi enflasyonu yüzde 70’i aştı. 1 Ocak’tan itibaren mazot fiyatında ve asgari ücrette yüzde 90’dan fazla artış var. Tarım sektörü emek yoğun bir sektör. Gıda enflasyonu oranının TÜFE’de yüksek olduğu doğru, ancak tarımsal girdi enflasyonuyla ilgili rakam ortada. Girdi enflasyonu ister istemez tarımdan başlıyor ve bunu çözmemiz lazım. İşgücü maliyetlerinde ciddi artış var ve bu artış herkese yansıyor. Türkiye’deki gıda firmaları çok ciddi ihracatçı firmalardır. Hep iç piyasa eksenli konuşuyoruz. Sürekli enflasyon olmasına rağmen, dövizdeki artış bu oranı yansıtmıyor. Dünyaya ihraç ettiğimiz ürünler aynı fiyatta duruyor, ancak içerde üretici olarak sürekli artan enflasyonla muhatapsınız. Bu sefer ihracat kasları ve kapasiteniz zayıflıyor, kar marjınız düşüyor ve ihraç edemez hale geliyorsunuz. Dolayısıyla bizim iki yönlü mağduriyetimiz oluyor. Gıda sanayi her zaman dış ticaret fazlası verir, ancak rakamlarımız daraldı ve neredeyse başa baş noktasına geldik. Hızlı döviz girdileriyle birlikte kurlardaki artışın paralel olmadığı dönem makas daralıyor. Bu sadece gıda için değil tüm ihracatçı sektörler için söz konusu. Tüm ihracatçılar ‘ihracat olarak rekabetçiliğimizi kaybettik, kaybediyoruz” diyorlar. Enflasyon düşsün istiyoruz, dolar artsın istemiyoruz.”
“Krediye ulaşım hususunda kolaylık sağlanmasını istiyoruz”
“Dış finansmana yani krediye ulaşım hususunda kolaylık sağlanmasını istiyoruz” diyen Şarman, sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye’de şu anda finansmana erişim çok temel bir sorun. Kredi faizleri ile bizim politika faizleri arasında fark var. Kredi bulmak için sıraya giriyorsunuz ve dolayısıyla zaten büyümeniz sınırlı. Sözleşmeli tarımda çiftçimizin hali ortada, onlara verebileceğiniz kaynaklar sınırlı, bankadan borç alıp avans vereceksiniz. On yıllardır sistem böyleydi. Buralarda sıkıntı yaşıyoruz. Yaptığımız her kamu ziyaretinde, ilgili yetkililerden ‘gıda sanayisine krediye ulaşım hususunda kolaylık sağlanması’nı istedik. 3 binden fazla KOBİ’den bahsediyoruz. Birçok işletmemiz aldığı krediyi hayvansal veya tarımsal üretim için küçük üreticilere avans olarak aktarıyor. Özellikle belirtmek istiyorum; ‘imtiyazlı faiz değil, krediye ulaşım kolaylaşsın’ istiyoruz. Gıda sanayisinde birçok firma ham madde temin etmek ve üretim maliyetlerine katlanarak, vadeli satış yapacak şekilde mamul üretmek için finansmana ihtiyaç duyuyor. Bankaların ancak yüzde 45-50 bandında faizle selektif kredi verdikleri şu dönemde gıda sanayisinde faaliyet gösteren firmalar, istihdam ve üretime devam edebilmek için uygun faizli kredi tahsislerine ihtiyaç duyuyorlar. Çiftçinin, üreticinin hasadının tarlada ya da ağaçta dalında kalmaması, sanayicinin atıl kapasitesini kullanıp maliyet avantajı yakalayabilmesi ve raflara ürün koyabilmesi ancak sanayi tesislerinin çarklarının dönmesiyle mümkün olacaktır.”
“Maliyeti düşürmeli, verimliliği artırmalıyız”
Tarımsal üretimde dünyanın gittiği yönün verimlilik olduğunu, Türkiye’de teknoloji ve inovasyona önem verilmesi gerektiğinin altını çizen Şarman, “İki şey yapmamız lazım; maliyeti düşürmeli, verimliliği artırmalıyız. Maliyetleri bilimle; doğru tohumlarla, doğru gübrelerle ve daha birçok bilimsel adımla düşüreceğiz. Diğer taraftan teknoloji ve inovasyonla yapacağız. Mekanik hasat yapacağız, bilgisayarla damla sulama yapacağız. Birçok tarımsal üretimde dünyadaki teknolojiyi takip etmemiz, mümkünse ülkemizde geliştirmemiz gerekiyor. Ancak bunlar için de sermaye gerekiyor. Burada çiftçiyi desteklememiz gerekiyor. Ülke olarak teknolojiyi kullanmamız, mümkünse içeride geliştirmemiz planlama ve tahminlerde yapay zekâ ile çalışmamız gerekiyor. Dünyada en yüksek verimliliği yakalayan ülke hegemonik güç olmuş. Biz de Türkiye’de toplam faktör verimliliğine odaklanmalıyız” ifadelerini kullandı.
Türk gıda sanayisi olarak, dünyada en çağdaş üretim yöntemleriyle, en rekabetçi gıda ürünlerini üretebildiklerini ve doğru ürün gamlarını bulduklarını söyleyen Şarman, “Makine parkları yatırımı Türkiye’de hep günceldir. Anadolu’daki KOBİ’ler en modern makine parklarıyla üretim yaptığı için Ortadoğu ve Avrasya pazarına bu ürünleri satabiliyorlar. Ancak ‘ihracatınızı artırın’ dendiği zaman, ham maddenin üretildiği noktada da rekabetçi olmamız lazım. Tarım girdilerinin Türkiye’de rekabetçi ve ucuz olması lazım. Biz sanayici olarak ham madde üretmiyoruz, ham madde alıyoruz, ham maddemiz de tarımsal emtia. Tarımsal emtia uygun fiyatlı olacak, ayrıca elektriğimiz, mazotumuz, lojistiğimiz ve işçiliğimiz dünya ile rekabetçi olacak. Böylece çok benzer makineleri ve teknolojileri kullandığımız için dünyayla rekabet edeceğiz” diye konuştu.
Türkiye’de sözleşmeli tarımın, kooperatifçiliğin yeniden düzenlenmesi gerektiğini vurgulayan Şarman, “Üreticinin daha örgütlü olması lazım. Gıda sanayicisi karşısında örgütlü bir üretici bulduğu zaman aradaki aracılara ihtiyaç duyulmayacaktır. İtalya, Fransa ve İspanya bu konuda çok iyi örnektir. Hem sözleşmeli tarım için daha organize hem de üretici kooperatiflerinin doğrudan sanayiyle buluşması konusunda çok iyi örnekleri var. Bunlar bizdeki aracılardan doğan verimsizliği kapatır diye düşünüyoruz” değerlendirmesinde bulundu.
“Kalıcı rahatlama için öncelikle gıda enflasyonunun gerilemesi gerekiyor”
Şarman, enflasyonda kalıcı düşüşün ve istikrarın sağlanmasının sıkı para politikasının devam etmesine ve döviz kurlarındaki oynaklıkların, dolayısıyla üretim ve girdi maliyetlerinin düşmesine bağlı olacağını kaydetti. Şarman, “Gıda sanayisi çok minimal karlarla çalışan, çoğunluğu KOBİ’lerden oluşan bir sektör. Girdi maliyetlerinin altında ezilen bir gıda sanayisi var. Ayrıca tüketicinin farkında olmadığı finansman maliyetleri de var. Türkiye, 200 yıldır dış kaynakla büyüyebilen bir üretim sanayisine sahip. Türkiye ekonomisi dış kaynakla büyüyor. Gıda sanayisinin çoğunluğunu oluşturduğu KOBİ’lerimizin sermaye yapısı güçlü değil. Gıda imalatçısı işletme sermayesini geleneksel olarak dış kaynakla finanse ediyor. Enflasyonda kalıcı rahatlama için öncelikle gıda enflasyonunun gerilemesi gerekiyor ve bu da çiftçinin en önemli girdi malzemesi olan mazot, gübre ve yemde maliyetlerin düşmesine, bu kalemlerde önemli tarımsal destek verilmesine bağlı” diye konuştu.
“Türkiye, 2030 yılında ‘su fakiri’ olabilir”
Konuşmasında iklim değişikliğine bağlı olarak su kaynaklarının azaldığından, aşırı sıcaklar, kuraklık ve sellerin küresel çapta yıkıcı sonuçları olduğundan da bahseden Şarman, son iki yüzyılda dünyada sanayileşmedeki gelişme, nüfustaki büyümenin yanı sıra üretim ve tüketimdeki ciddi artışın toplam su tüketimini de önemli ölçüde artırdığını belirtti. Şarman, “Suyun varlığı; hızlı nüfus artışı, kentleşme, ekonomik kalkınma ve iklim değişikliği nedeniyle tehdit altında. BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) bu yıl özellikle vurguladığı gibi; ‘Suyu akıllıca yönetmeye başlamanın zamanı geldi’ ve gelecekteki riskleri göz önüne alarak dünyada coğrafi olarak eşit dağılmamış su kaynaklarının yönetimi konusunda küresel çapta farkındalık yaratmalıyız. Daha az su ile daha fazla gıda ve diğer temel tarımsal ürünleri üretmeli, suyun eşit şekilde dağıtılmasını, suda yaşayan gıda sistemlerimizin korunmasını sağlamalıyız” ifadelerini kullandı.
Gıda ve içecek sektörünün çatı kuruluşu TGDF olarak, su kaynaklarının iyi yönetilmesi konusunda çözüm ve doğru politikalar belirlenebilmesi için üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmeye çabaladıklarını kaydeden Şarman, bu amaçla ‘Türk Gıda ve İçecek Sektöründe Su Riskleri ve Sürdürülebilirliği için Politika Önerileri’ başlıklı bir su raporu yayımladıklarını kaydetti.
“Girdi kaynaklı enflasyon yaşıyoruz”
TGDF Yönetim Kurulu Başkan Vekili Dr. İsa Coşkun da toplantıda maliyet artışlarının ihracatta avantajın kaybolmasına yol açtığını, sadece kur değil içerden kaynaklanan maliyetin de önemli bir unsur olduğunu söyledi. Coşkun, “Yurt dışı maliyetler nedeniyle ihracat yapmak zorlaşıyor. Her aşamada maliyet var. Elektrik, doğalgaz, su, nakliye maliyeti gibi pek çok aşamada maliyet çok farklı ve maliyetler de giderek artıyor. Tedarik zincirinde; sektörüne göre riski az taşıyan da var, çok taşıyan da var. Finansman olarak savunmasız olanlar da var. Ayrıca son aşama olan perakende aşamasında kiralar ve personel maliyetleri yüksek. Burada kayıt dışılık da söz konusu olduğunda mevcut firmalar için rekabet büyük bir sorun oluşturuyor. Enflasyon yükselişe geçtiği dönemlerde beklenti yönetimi her şeyden önemli hale geliyor. Sadece ekonomi yönetimi açısından değil, firmalar ve bireyler açısından da önem taşımakta” dedi.
Coşkun, şöyle devam etti: “Bizim yaşadığımız talep bazlı enflasyon değil, girdi kaynaklı enflasyon. Kur artınca et ve süt fiyatı artıyor. Yem üretimimiz arttı, ancak yem ham maddelerinin hala yüzde 50’sini ithal ediyoruz. Türkiye’de yem üretimini artırmak gerekiyor. Makro ekonomik yapıdan dolayı kur değişkenlik gösterebiliyor. Nakliyede kullandığımız petrolü, fabrikada kullandığımız elektrik ve doğalgazı değiştirme imkanımız yok, ithal ediyoruz ve uluslararası konjonktüre göre fiyatlar değişebilir. Bunlar etkileyemediğiniz unsurlar. Maliyet kaynaklı bir enflasyon yaşıyoruz. Enflasyonu yaşadığımız sürece, gıda fiyatları böyle gidecektir.”
“Selektif kredilerde tarım sektörü öncelikli olmalı”
İklim değişikliği ve kuraklık nedeniyle tarım sektörünün önem kazandığının altını çizen TGDF Başkan Vekili Coşkun, tarım sektörünün selektif kredilerle desteklenmesinin önemine dikkat çekti. Coşkun, “Dünyanın her yerinde tarım ve gıda savunma kadar stratejik bir sektördür. Tarım sektöründe finansmana erişimi artırmak gerekiyor. Sadece KOBİ değil büyük firmalar bile krediye erişimde sıkıntı çekebiliyor. Sektörün selektif kredilerle desteklenmesi önemli. Elbette her sektör isteyebilir, ancak tarım sektörü öncelikli olmalıdır. Çünkü gıda fiyatları enflasyonun çok üstünde. Selektif kredi politikası uygulanırken, toplumu tamamen etkileyen gıda ve içecek sektörüne öncelik verilmesi gerektiğini düşünüyoruz” şeklinde konuştu.
“Taklit ve tağşiş ile kesinlikle mücadele edilmeli”
Fiyatların arttığı dönemde gıda güvenliğinin halk sağlığı açısından önem kazandığına dikkat çeken Coşkun, şunları ifade etti: “Taklit ve tağşiş ile kesinlikle mücadele edilmesi gerekiyor. Tarım ve Orman Bakanlığı Gıda Kontrol Genel Müdürlüğü var, ellerinden geleni de yapıyorlar. Ancak Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de bunu sağlayacak bağımsız bir düzenleyici otoritenin, Rekabet Kurulu gibi bir kurumun, bir bilim kurulunun olması gerekiyor. Gıda Kontrol Genel Müdürlüğü’nün güçlendirilip böyle bir yapı oluşturulmasına ihtiyaç var. Üzerimize düşeni yapmaya hazırız. Bizim için en büyük rekabet kayıt dışılıkta var. Konuya sadece vergi açısından değil, aynı zamanda hijyen ve insan sağlığı açısından bakıyoruz.”